İşçi ve emekçilerin derin bir yoksulluk ve siyasi çıkışsızlık yaşadığı koşullarda 2022 1 Mayıs’ını karşıladık. Eksiklikleri ve olumluluklarıyla bu 1 Mayıs komünistlerin, devrimci-demokratik güçlerin ve sendikaların bir kez daha aynası oldu. Aynada bilinmeyen bir gerçeklik yoktu. Çünkü o gün kendini gösteren gerçeklik günün değil bir dönemin, en azından bir yıllık bir zaman diliminin yansımasıydı. 1 Mayıs kendi özel anlamını içerse de onu da belirleyen sosyal, siyasal ve örgütsel koşullardı.
Her zaman olduğu gibi on milyonlarca işçi ve emekçinin yaşadığı, ülkenin en büyük kenti İstanbul, 1 Mayıs’ın temsil ettiği durumun en önemli göstergesi oldu. Türk İş, bayram arifesini bahane ederek 1 Mayıs’ta hiçbir il veya alanı işaret etmedi. İşçi sınıfı ve emekçiler için ekonomik krizin, sömürünün bu kadar yoğunlaştığı bir ortamda Türk İş, en geri haliyle bile 1 Mayıs’ı kutlamamayı tercih etti. Çünkü Türk İş’in organize ettiği 1 Mayıs’ın bile işçiler nezdinde bir etkisi vardı. Oysa hükümet ve patronlar, özellikle bu dönemde işçi sınıfını ve sendikaları sessizliğe boğmak istiyordu. Sonuç olarak Türk İş, devletle bütünleşmiş zengin bürokrat yöneticileri aracılığıyla Türk hâkim sınıflarının istediği sessizliği sağlamaya yöneldi. Daha da önemlisi 1 Mayıs’ı kutlamayarak onu geniş işçi kitlelerine unutturmanın yolunu seçti. Aynı asgari ücret, eylem, grev, yasal baskı ve engeller konusunda olduğu gibi öyle bir sorun ve temsiliyet yokmuş gibi davrandı. Hak İş yöneticileri, online kutlama söylemi, verdiği pozlar ve açıklamalarıyla ataerkil, dinci, milliyetçi ve hükümet yandaşı pozisyonunu iğreti bir biçimde 1 Mayıs’la ilişkilendirmeye çalışan içi boş bir tutum benimsedi. İçi boş derken kuşkusuz kastettiğimiz bu tutumun 1 Mayıs’la ilişkisiydi. Yoksa Hak İş’in ve hatta Türk İş’in birçok sendikasının milliyetçi-muhafazakâr bir işçi kitlesi ve sendikal yapı oluşturma konusunda bu yolla epey bir mesafe kat ettiği de belirtilmelidir.
DİSK, KESK ve TTB ise İstanbul’da, Maltepe dolgu alanında yapılan 1 Mayıs mitingine önayak oldular. Arka plandaki CHP desteğinin de gizlenmediği bu miting, 1 Mayıs’ın en kitlesel mitingi oldu. Ancak bu kitlesellik de istenen ya da beklenen kadar değildi. Dahası toplanma noktalarından başlayıp miting alanına ve konuşmalara uzanan tüm aşamada disiplin, coşku ve görsellik yetersizdi. Bu tablo ise kitle katılım düzeyinin, katılan kitlenin niteliklerinin ve mitingi organize eden güçlerin bir göstergesiydi. Türk İş ve Hak İş’in yukarıda ortaya koyduğumuz 1 Mayıs karşıtı tutumları, Maltepe’deki konfederasyonlar özgülünde olmasa da sınıf mücadelesi ve sendikal pratikler bakımından -özellikle de DİSK’e damgasını vuran çizgiler özgülünde- ciddi bir fark da söz konusu değildi. Tartışılabilecek şey sadece aralarındaki ton farklarıdır. Hatta DİSK’in birçok sendikası veya şubesi Türk İş’in, Hak İş’in en geri yanlarıyla ortak tutumlar geliştirebiliyor. Satış sözleşmelerine imza atmak, devrimci-demokratik, ilerici temsilcileri görevden almak, muhalif şube veya yönetimleri tasfiye etmek, patronlarla el altından iş birliği yapmak, dostlar alışverişte görsün hesabı dışında işçi sınıfı ve hatta kendi üyeleri için dahi ciddi hiçbir mücadeleye girişmemek, düzen partilerinin ve yerel yönetimlerin arka bahçesi olmak gibi özellikler DİSK’in ve belli oranda da Maltepe 1 Mayıs’ını organize eden diğer konfederasyonların da gerçeğini ifade ediyor.
Bu tablo içerisinde, sınıfın diri güçlerine karşıt bir tutum alan konfederasyonların işçi ve emekçilere güven, coşku ve disiplin aşılaması, onları kitlesel bir biçimde 1 Mayıs’a taşıması mümkün değildi. Daha fazla kitlesellik, esasta kitlelerin kendiliğinden eğilimine bağlanmıştı ve bu da sınırlı kaldı. Bunun nesnel sebepleri son yılların yasakları, pandemi döneminden kalan atıllıklar ve sistem içi eğilimlerin geniş kitlelerdeki etkisiyle ele alınabilse de asıl eksiklik, devrimci-demokratik güçlerden sendikalara dek emekçi kitlelerden ve onların sınıf çıkarlarından kopuk örgütsel gerçekliklerde aranmalıdır. Nitekim Maltepe 1 Mayıs’ında görece kitlesel ve disiplinli kortejlere baktığımızda faaliyetleri ve örgütsel yapılarıyla işçi kitleler ve üyeleriyle bağını koruyabilen, geliştirebilen sendika ve grupların öne çıktığını görüyoruz. Bu da gösteriyor ki 1 Mayıs tam da işçi kitlelerle bağını ve örgütsel gücünü koruyup geliştirebilen yapıların özneliğinde şekillenebiliyor.
Tüm eksiklikleri içerisinde önceki yıllara nazaran yine de önemli bir kitle 1 Mayıs’ta, Maltepe’de örgütleri veya sendikalarıyla yürüyüp pandemi ve yasaklar kaynaklı uzun bir zamandır buluşamadığı yoldaşlarıyla, dostlarıyla buluştu. Sendika üyesi işçiler ve henüz küçük çapta da olsa sendikalı-sendikasız yeni işçi grupları 1 Mayıs mitinginde temsil oldu. 1 Mayıs vesilesiyle aidiyetler güçlendirildi ve işçiler, sendikalar ve devrimci-demokratik gruplar yan yana bulunma fırsatı elde etti.
İstanbul 1 Mayıs’ının bir ayağını ise Taksim için sergilenen direnişler oluşturdu. Kendi gerçekliğinde geniş işçi ve emekçileri katma, onlarla buluşma koşulu yoktu. Ancak Taksim yasağına karşı bir iradeyi temsil ediyordu. Taksim’e yönelen parça parça yürüyüşlerde 200’e yakın kişi gözaltına alındı.
Kuşkusuz devrimci-demokratik her grup veya hareket, kendi özgün süreci, politikaları ve değerlendirmelerine göre bir 1 Mayıs tutumu geliştiriyordu. Maltepe’ye, Taksim’e veya bir şekilde her ikisine de yönelim gösteren yapılar oldu. Önümüzdeki koşullar ve bu koşullara karşı öznel müdahalenin olanakları bakımından devrimci ve komünistlerin bugün iyi bir yerde olmadığı ortada. Bu durumda Maltepe veya Taksim ya da başka bir yerde 1 Mayıs tartışmasının ayakları da havada kalıyor. Her durumda temel bir eksiklik kendini gösteriyor ve hemen her kurum kendi dar dönemsel hedef ve değerlendirmelerine göre tutum alıyor. Sorun da bu dar dönemsel gerçeklikten çıkma sorununda, uzun vadeli sınıf politikalarında ve örgütsel faaliyetlerde düğümleniyor.
İstanbul 1 Mayıs’ı dışında Gebze 1 Mayıs’ı, bu sene uygulanmak istenen meydan yasağını tanımaması bakımından önemli bir tutum geliştirdi. Her konfederasyondan işçi ve emekçileri birleştiren Gebze Sendikalar Birliği’nin örgütlediği 1 Mayıs, bu sene DİSK Birleşik Metal’in Maltepe’ye yönelimi ile daha zayıf geçse de Gebze gibi bir işçi havzasında 1 Mayıs geleneği korunmuş oldu.
Devletin açıklamalarına göre 1 Mayıs eylemlerine 78 ilde 139 bin kişi katıldı. Sayıların doğruluğu yanlışlığı bir yana Ankara 1 Mayıs’ı dışında kitle katılımı bakımından iki yıl öncesinden daha ileri bir durum olmadığı gözlemlendi. Ancak yaygın 1 Mayıs’ların da önemli olduğunu belirtmek gerekir. Eksik kalan her zamanki gibi işçi ve emekçilerin, özelde de yeni işçi kitlelerinin, direnişlerin 1 Mayıs’a taşınmasıydı. Ki bu tek başına 1 Mayıs’la olacak bir şey değil değişik eylem ve etkinliklerden 1 Mayıs’a taşınması gereken bir yönelimin konusuydu.
Biz komünistler özgülünde de bu 1 Mayıs’ın farklı dersleri olmak zorunda. 1 Mayıs öncesi ortaya koyduğumuz tutumlarda aslında 1 Mayıs’ı sadece alan tartışmasına indirgemediğimizi, kitlelere yönelen bir politikanın parçası olarak ele alacağımızı ortaya koymuştuk. Çünkü kitlelerden, özelde işçi kitlelerden kopuk dar gruplarla bir irade savaşına girmenin Maoist kitle çizgimize, 1 Mayıs karşısındaki bugünün koşullarından belirlediğimiz görevlere uyumlu olmayacağı ortadaydı. Tüm eleştirilerimize rağmen işçilerin bulunduğu bir alanda olmak, onlara etki etmek, kendi kitlemizle buluşmak ve en önemlisi işçi ilişkilerimizi 1 Mayıs’a taşımak istiyorduk. Tutum doğru olmakla birlikte her sorun bir anda ortadan kalkmayacak kadar kapsamlıydı. Maltepe 1 Mayıs’ı gibi mitingler, sarı sendikaların öncülüğünde ne kadar zafiyet taşıyorsa tümüyle işçi ve emekçilerden kopuk 1 Mayıs eylemleri de özünde benzer bir zafiyeti taşıyordu. Geniş emekçi kitleler tam da sarı sendikaların ve sistem güçlerinin insafına bırakılmış, sağ ve sol tüm oportünist tutumların da nihayetinde kendiliğindenciliği güçlendirmiş oluyordu.
Kendi özgülümüzde 1 Mayıs faaliyetinin en önemli eksikliği çalışmaların son iki haftaya sıkışması ve kitle faaliyetinin yeterli yapılamamasıydı. Bu durum 1 Mayıs öncesi yapılan salon etkinliklerinde de kendini göstermişti. Ancak halk pazarlarında yapılan ajitasyon çalışmalarının, fabrika önlerinde bildiri dağıtımlarının ve hatta 1 Mayıs’a dönük her türlü çalışmanın halkta gördüğü ilgi dikkate değerdi. Bu ilgi 1 Mayıs özeliyle sınırlı olmayan, devrimci iddia ve faaliyetin kendisine yönelikti. Aslında geniş emekçi kitleler örgütlü güçlerin varlığını, gelişimini ve kitlelere yönelen çalışmalarını önemsiyor ve destekliyorlardı. Fakat bu çalışmaların geçici olduğu algısı, tüm önemine rağmen tek bir güne endeksli yapıldığı koşullarda o kitle ilişkilerini örgütlemek, mücadeleye ve 1 Mayıs’a taşımak pek mümkün değildi. Doğallığında bizim için de 1 Mayıs hem genel gerçekliğimizin; kitlelerle ilişki düzeyimizin hem de örgütsel durumumuzun ve 1 Mayıs faaliyetlerimizin göstergesi oldu.
1 Mayıs günü özelimizde olumlu sonuçlar bıraktı. İçinde olduğumuz koşullar nedeniyle henüz sınırlı da olsa kortejimiz kitle tabanımızla buluştu. Devletin İbrahim silüetli flamalarımıza yönelik keyfi engeli başta Maltepe olmak üzere katıldığımız tüm 1 Mayıslar’da aşılmış oldu. Her zamanki engelleme girişimleri yine oldu fakat vazgeçmeyeceğimiz ortadaydı. Kuşkusuz devlet güçleri tercihini “her ne olursa olsun” engelleme yönünde kullanmadı. Diğer yandan öyle olsa da durum değişmeyecek; bu sefer barikatlar kararlılıkla aşılacak, Maltepe 1 Mayıs’ı alandan sahneye kadar bu direnişin bir parçası olacaktı.
1 Mayıs’a dair mütevazı fakat önemli bir diğer olumluluk sendikal faaliyetimizin bir sonucu olarak belli direnişlerin öncüsü işçilerin 1 Mayıs’a taşınması oldu. Sendikal çizgimizin öncülüğünde kortejlerimizde veya sendika kortejlerinde birçok işçi belki de ilk defa 1 Mayıs’la buluştu ve sınıf dostlarıyla yan yana yürüyebildi. Ki bu işçilerin birçoğu düne kadar bırakalım devrimci yapıları, sendikalara dahi yapıştırılan “terörist” yaftasının etkisi altındaydı. Birçoğu oruçluydu, arife günü bayram alışverişi yerine 1 Mayıs’a gelmeyi tercih etmişlerdi. Ve bu 1 Mayıs’ın da etkisiyle sınıf aidiyetleri, sınıf bilinçleri ve bize yakınlıkları bir adım daha ileri taşınmış oldu.
Katıldığımız her ilde 1 Mayıs’ta keyfi engellere konu olan flamalarımızla yerimizi aldık. Ancak daha önceye kıyasla birçok ilde 1 Mayıs’a çıkamadık. Bursa’da Partizan korteji arayan bir emektarın sitemi hem 1 Mayıs hem de örgütsel faaliyetlerimiz bakımından bize önemli bir mesaj vermektedir ve vermelidir de… Bugün bize düşen her alanda kitle ilişkilerimizle canlı bağları yeniden kurmak, faaliyetlerimizi yaygınlaştırmak ve en önemlisi belli hedefler doğrultusunda geniş emekçi kitlelerin sınıfsal çıkarları ve örgütlenme ihtiyaçları ile buluşmak olmalıdır. Devrimci bir örgütü güçlendirecek, kitleler nezdinde daha güçlü müdahalelere yeterli olanaklara kavuşturacak olan da bu sınıf çıkarlarıyla bütünleşmek olacaktır. Aksi halde ne 1 Mayıs’a dair ne de diğer gün ve gündemlere dair alan veya ortaya çıkan sonuç üzerinden tartışmaların değiştirici, örgütleyici bir gücü olacaktır. Kendi dar grup varlığını değil, bir parti olmada somutlaşan tarihsel rolünü ve devrimci görevlerini amaçlaştırmaktır aslolan. Bu bir örgüt için de bir gün veya alan için de benzer biçimde geçerlidir.
1 Mayıs’ın dünyadaki ve ülkemizdeki tarihine baktığımızda temel olanın işçi ve emekçilere hitap eden sınıfsal-politik bir mücadele olduğunu görürüz. İşçi örgütlerinin, komünistlerin, devrimci-demokratik yapıların gücü ve niteliğine göre renk alan ve sınıf mücadelesinin üzerinde yükselmesi gereken 1 Mayıs’lar her dönem farklı özellikler gösterebilmektedir. Kent meydanları, fabrika bölgeleri veya yoksul emekçi semtler 1 Mayıs’ın adresi olabilmektedir. 1 Mayıs’ın kökenlerinde işçi sınıfı ve işçi havzaları vardır ve yükselen mücadele onu kentin ana meydanlarına taşımış, bu meydanları 1 Mayıs’la özdeşleştirmiştir. Taksim de böyle bir meydandır. Ancak tekrar kazanılması gerekmektedir. Bunun için yöneleceğimiz yer 1 Mayıs’ın kökenleri; fabrikalar, işçi havzaları, yoksul emekçi semtler olmalıdır. Yani toplamda halk kitlelerinin sınıfsal mücadelesindeki rolümüz ve yerimizdir her şeyi belirleyen.
1 Mayıs’ı geride bıraktık ancak yansıttığı gerçeğe ve içerdiği derslere iyi bakmalıyız. Eğer işçi sınıfını ve halkı örgütleme, onların sınıfsal sorun ve taleplerine öncülük etme görevimizi daha güçlü bir biçimde yerine getirebilirsek daha güçlü 1 Mayıs’ları örgütleme gücünü de elde edebiliriz. Mütevazı dediğimiz örgütlenme deneyimlerini sadece belirli düzeylerde ve belli alanlarda değil daha ileri düzeyde ve daha geniş alanlarda geliştirdiğimizde, örgütün ve kitle ilişiklerinin esasını sınıf mücadelesinin değişik başlıklarında harekete geçirdiğimizde, birçok hareket ve örgütlenme yaratmamızın önünde hiçbir engel yoktur.
Bugün örgütlenme çalışmalarında yaşadığımız en büyük eksiklik bilinç ve deneyim eksikliğidir. Bilinç ve deneyim, ideolojik bir hareketin, duruşun ifadesi olduğu kadar o ideolojiyi ayakta tutan ve geliştiren güçtür de. Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimsel bir ideolojidir ve bu ideolojinin taşıyıcıları bilimsel bir tutum takınmakla yükümlüdür. Bilimin bize öğrettiği sınıf mücadeleleridir ve bilimselliğimizin ölçütü de bu mücadelede oynadığımız rol ile kendi gösterecektir. Devrimin kitlelerin eseri olduğunu; bizim ise bu mücadeleye önderlik etmekle yükümlü olduğumuzu unutuyor, araçları amacın yerine geçiriyorsak bilimi topluma ve siyasete uygulayamıyoruz demektir. Çünkü gerçek önderlik, Gonzalo yoldaşın da vurguladığı gibi “kitleler tarafından kabullenilmiş önderlik”tir. “Kitlelerle yürüyeceğiz çünkü bayrağımızı onlar yükseltecektir.” demişsek bunu sadece bir şiar olmaktan ve dönemsel bir tutum olmaktan çıkarmalı, her faaliyetimizin mihenk taşı haline getirmeliyiz. Bu kitle örgütlerinden askeri pratiklere karşı her şeyde geçerli olmalıdır. Her eylem ve faaliyet, kitlelere dönük siyasal bir amacın ifadesi ve neticesi haline getirilmelidir.
1 Mayıs’ın ardından şimdi yöneleceğimiz faaliyetler ve gündemler önem kazanmaktadır. 1 Mayıs bir sürecin, yönelimin parçasıydı ve bu yönelim devam ediyor. O yönelim, devrimci irade ve misyonu kitleler içerisinde üretmeyi, devrim yürüyüşünü onlara mal etmeyi amaçlıyor. Zayıflayan, darlaşan, güçsüzleşen her yönümüzü örgütlenerek, örgütlülüğümüzü daha yaygın ve yoğun biçimde kitle çalışmalarına sevk ederek ve en önemlisi bunu bir gün veya bir dönem için değil devrimi inşa etmek için süreklileştirerek yol almak zorundayız. Bu perspektifi 18 Mayıs’ta, 15-16 Haziran’da da korumalı; takvime dayalı faaliyeti değil sınıf çelişkilerine odaklı faaliyetleri geliştirmeliyiz. Takvimlerin takvim olmaktan çıkıp güncel mücadelelerle birleşebilmesi, tarihsel misyonunu oynaması da ancak bu yolla mümkün olacaktır.